İstanbul

17 Nisan 2012 Yazan SuN  
Kategori Tatil Eğlence

istanbul’da yapılmış en büyük Bizans kilisesi olup, aynı yerde üç kez inşaa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) adını almış, V. yüzyıldan itibaren ise Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) olarak adlandırılmıştır

I. Kilise İmparator Constantinos ‘un (324–337) oğlu imparator Constantios (337–361) tarafından 360 yılında yaptırılmıştır. Bu kilise bazilikal planlı ve ahşap çatılıdır. Kilise 404 yılında İmparator Arcadios’a karşı, çıkan halk ayaklanmasında kısmen yakılmış ve harap olmuştur.

II. Kilise İmparator II. Theodosios (408–450) tarafından Mimar Ruffinos ‘a 415 yılında inşaa ettirilmiştir. Bu yapı da yine bazilikal planlı, ahşap çatılı, 5 nefli ve 3 kapılı anıtsal girişli bir yapıdır. II. Ayasofya da İmparator Iustinianos ( 527–565) aleyhine 532 yılında başlayan ve tarihte Nika ayaklanması olarak adlandırılan isyan sonucunda yanmış ve yıkılmıştır.

Bugünkü Ayasofya İmparator Iustinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) Isidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios ‘a yaptırılmıştır. Binanın yapımına 23 Şubat 532 tarihinde başlanmış,1000 usta ve 10.000 işçi ile 5 yılda tamamlanmış, 27 Aralık 537 yılında ibadete açılmıştır.

Ayasofya’da VI. yüzyılda yapılan orjinal tavan mozaiklerinin bitkisel ve geometrik motifli olanları günümüze kadar ulaşmış, ancak tasvirli mozaikler ikonaklazma akımının bitiminden sonra yapılmıştır.

Ayasofya Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un 1453 yılında fethi ile birlikte camiye çevrilmiş, çeşitli tarihi belgelerde harap durumda olduğu belirtilen yapı İstanbul’un fethinden sonra hiçbir tahribata uğratılmadığı gibi, yapılan güçlendirme ve onarımlarla günümüze kadar en iyi şekilde korunmuştur. Ayrıca Osmanlı mimari unsurları ile yapılan ilave ve eklerle de kutsal bir mekân ve ibadethane olarak varlığını sürdürmüştür.

Yapının içine XVI. ve XVII. yüzyıllarda minber, mihrap, vaaz kürsüleri, ahşap korkuluklar ilave edilmiştir. Sultan I.Mahmut döneminde kütüphane yaptırılmıştır. Burada yer alan çiniler XVI. yüzyılın seçkin örneklerindendir.

Farklı dönemlerde minareler, Ayasofya avlusu içerisinde I. Mahmut tarafından şadırvan ve Sıbyan mektebi ve Sultan Abdülmecit döneminde muvakkithane yaptırılmıştır. Ayasofya’nın güney avlusunda III. Murat türbesi, Sultan III. Mehmet türbesi, Sultan II. Selim Türbesi, Şehzadeler Türbesi inşaa edilmiştir. Bizans döneminde Vaftizhane olan yapı ise Sultan I. Mustafa ve Sultan İbrahim türbesi haline getirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra kuzey tarafına bir medrese inşa ettirdiği bilinmektedir.

Ayasofya 24 Kasım 1934′ te Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935′ te ziyarete açılmıştır.

MÜZE-İ HÜMAYUN

Sistemli bir şekilde müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıkışı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin 1869 yılında ‘Müze-i Hümayun’ yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşuna denk gelir. Aya İrini Kilisesi’nde o güne değin toplanmış arkeolojik eserlerden oluşan Müze-i Hümayun İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini oluşturur.

ÇİNİLİ KÖŞK

1872 yılında Maarif Nazırı Ahmed Vefik Paşa bir dönem kaldırılmış olan Müze-i Hümayun’u Alman Dr. Phillip Anton Dethier’i müdür olarak atayarak tekrar kurar. Dr. Dethier’ın yaptığı çalışmalar sonucunda Aya İrini Kilisesi’ndeki mekan yetersiz kalır ve yeni bir inşaatın yapılması gündeme gelir. Maddi imkansızlıklardan ötürü yeni bir bina yapılamaz. Fakat Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılmış olan ‘Çinili Köşk’ müzeye dönüştürülür. Halen İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı olan Çinili Köşk restore edilerek 1880 yılında açılır.

Sonradan yapılan diğer iki bina ise Çinili Köşk’ün çevresinde yer alır. Bu binalardan biri Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa edilmiş olan ve sonradan Eski Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlenmiş binadır.

Eski Şark Eserleri’nin bugün içinde bulunduğu bina, Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi yani Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa ettirilmiştir. İleride Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin temellerini oluşturacak olan bu akademi Osmanlı İmparatorluğu’nda açılmış olan ilk güzel sanatlar okuludur. Binanın mimarı daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri Klasik binasını inşa edecek olan Alexander Vallaury’dir. 1917 yılında içindeki akademinin Cağaloğlu’nda başka bir binaya taşınması üzerine bu bina müzeler müdürlüğüne tahsis edilmiştir.

Dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey Yakındoğu ülkelerinin eski kültürlerine ait eserleri Yunan, Roma ve Bizans eserlerinden ayrı sergilenmesinin daha uygun olacağını düşünmüş ve binanın Eski Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlenmesini sağlamıştır. Bu iş için davet edilen Alman uzman Eckhard Unger, 1917-1919 ve 1932-1935 yıllarında İstanbul’da çalışmış, müzenin teşhirini tamamlamış ve eserler üzerine bir dizi yayın yapmıştır.

II. Dünya Savaşı sırasında savunma amacıyla boşaltılan müze, daha sonra Osman Sümer tarafından Unger’in ilkelerine göre tekrar düzenlenmiştir. 1963 yılında müze yapısında büyük bir düzenleme yapılarak 1974 yılında tekrar ziyarete açılmıştır. En son 1999-2000 yıllarında bakım ve onarımları yapılan Eski Şark Eserleri Müzesi 8 Eylül 2000′de bugünkü haline kavuşmuştur.

Arkeoloji Müzesi ise dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ender yapılardan biri olma özelliği ile göze çarpar.

İstanbul’daki Neo-Klasik mimarinin en güzel ve görkemli örneklerinden biri olan Arkeoloji Müzesi, cephesinin ihtişamı ile son derece dikkat çekici bir mimariye sahiptir. Uzun cephede geniş merdivenlerle ulaşılan iki girişi, dörder sütun ve alınlıklarla bir tapınak görünümündedir. Alınlık üzerinde bulunan kufi üsluptaki Osmanlıca yazıda ‘Asar-ı Atika Müzesi’ (Eski Eserler Müzesi) yazmaktadır. Bu yazının üzerinde bulunan Tuğra, Klasik Bina’yı inşa ettiren Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’e aittir.

1887 ve 1888 yılları arasında Osman Hamdi Bey tarafından yapılan Sidon (Sayda Lübnan) Kral Nekropolü Kazısı’ndan İstanbul’a getirilen, aralarında İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Likya Lahdi, Tabnit Lahdi gibi ihtişamlı eserlerin sergilenebilmesi için yeni bir müze binasına ihtiyaç duyulmuştur. Osman Hamdi Bey’in isteği üzerine Çinili Köşk’ün karşısına dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen ve Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 13 Haziran 1891′de ziyarete açılmıştır. Müzenin ziyarete açıldığı 13 Haziran günü halen ülkemizde müzeciler günü olarak kutlanmaktadır.

Arkeoloji Müzesi binasına, 1903 yılında kuzey ve 1907 yılında güney kanadın eklenmesi ile bugünkü ana müze binası oluşturulmuştur.

Ana Müze binasının güney doğu bitişiğine, yeni sergi salonlarına duyulan ihtiyaç nedeni ile 1969-1983 yılları arasında bir ilave yapılmış ve bu bölüm Ek Bina (yeni bina) olarak adlandırılmıştır.

Kariye, eski Yunanca kent dışı (kırsal alan) anlamındaki Khora sözcüğünün Türkçeleşmesidir. V.yüzyılda yapılan şehir surlarından önce sur dışında bir şapelin varlığı bilinmekte olup bu şapelin yerine ilk Khora Kilisesi, Justinianus tarafından (527-565)yeniden yaptırılmıştır. Komnenoslar döneminde Blakhernai Sarayının yakınında olduğu için kilise önemli dini merasimlerde saray şapeli olarak kullanılmıştır.

Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Bizans İmparatorluğu Büyük Sarayı’nın revaklı avlusunun kuzeydoğu bölümünde kısmen sağlam halde bulunan mozaik döşemesi olduğu yerde korunarak üzerine inşaa edildi. Eşsiz bir ustalıkla işlenmiş olan Bizans Büyük Sarayı Mozaikleri, uzmanlar tarafından M.S.450-550 yılları arasına tarihlenmekteler.

Topkapı Sarayı’nın ilk yapıları, İstanbul’un 1453 yılında fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından 1460-1478 yılları arasında yaptırılmıştır. Saray, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında, tarihi İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda, Bizans akropolü üzerine inşa edilmiştir.
Kara tarafında Fatih’in yaptırdığı Sur-i Sultanî, deniz tarafında ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. İnşa tarihinden itibaren Sultan Abdülmecid Dönemi’ne (1839-1861) kadar her devirde yapılan eklerle genişlemiş ve 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı Hanedanı Boğaziçi saraylarına taşınıncaya kadar, padişahların resmi ikametgahı ve Devletin yönetim merkezi olarak kullanılmıştır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra 3 Nisan 1924′de Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müze haline getirilmiştir. Geçmişte bahçe ve köşklerle yaklaşık 700 bin metrekarelik bir alana yayılan sarayın müze olan bölümü bugün 45.000 metrekare alanı kaplamaktadır. Sürekli ve geçici sergi salonları ve 80.000 eseri ile dünyanın en zengin saray müzelerinin başında yer alır.

Padişahların saraydaki özel yaşamlarının geçtiği, aileleriyle birlikte yaşadığı Harem Dairesi, Haliç yönündedir. Çeşitli yapılar ve bölümlerden oluşan Harem Dairesi, padişahlar, valide sultanlar, kadınefendiler, haseki sultanlar, gözdeler, şehzadeler ve cariyeler ile Harem’i koruyan Kara hadım ağalar dışında, tarih boyunca kimsenin giremediği sarayın yasaklanmış yeri idi.
16. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar yaşanan bu dairede sultanlar tarafından yaptırılan mekanlar, Türk saray mimarisi ve süslemesinin gelişimini örneklemektedir. Haremin düzenini oluşturan her bir hizmet ve hiyerarşi grubu, birer avlu çevresinde inşa edilmiş mekanlarda yaşardı. Bu mekanlar girişten itibaren Karaağalar, Cariyeler, Valide Sultan, Kadınefendiler, Şehzadeler ve Padişah daireleridir.

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Türk ve İslâm sanatı eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesidir. 19. Yüzyılın sonunda başlayan kuruluş çalışmaları, 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Mimar Sinan’ın en önemli yapılarından bir olan Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914′de “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi” (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise “Türk ve İslâm Eserleri Müzesi” adını almıştır.



Yorumlar

Lütfen SeviyeLi YorumLar Yazınız.!





Güvenlik Kodunun Resmi
CAPTCHA Audio
Yeni Resim Göster